
duru bir suyu andırır gibisin… dupduru… içinden geçenlerin gizlisi saklısı yok. hepsi ortada. o kadar enginsin ki… her şey sende, her şey senle… bir o kadar da müsaitsin kirlenmeye… küçük bir tortu yeter seni bozmaya. elinde, senin elinde seçimi yapmak bazen, ama bazen de tortu sana değil, sen tortuya karışıp gidiyorsun. bulanıksın, eski duruluğunu özleyip onu hatırlayana kadar bulanıksın… çalkantılara ne demeli? inişler çıkışlar, dalgalar, hortumlar hepsi sende… zaman zaman gizlersin onları. zaman gelir hepsi gözler önünde. korkutursun seni seveni. sana bakanı. seni özleyeni. hep bir özlem kavuşmaya senden daha enginine, daha mavisine. daha uçsuzuna, bucaksızına. akıyorsun usul usul ya bazen, işte o zaman nasıl bir sukunet sendeki şaşıyorum. nasıl bir sessizlik özlemi yerleştiriyorsun omuzlarıma… nasıl bir özlem doğuyor içimdeki derinlere, en derinlere… pervasızsın. umursamaz kendi halindesin. senden gelen hep bana gelse keşke dedirttiriyorsun bana. seni kendime saklamak… ne yalan söz, ne yalan arzu… sen herkesin, ben yalnız senin böyle hissedince… bana beni hatırlatıyorsun. gerçek beni. bir yerlerde unuttuğum şemsiyemi almak için geri döner gibiyim. onu açıp korumak istiyorum kendimi bu dünyanın asitli yağmurlarından. sadece senden gelecek yağmur yağsın üzerime, sadece senden..
ne kadar yakınız? ne kadar uzak? kimiz? iki yakası bir araya gelmeyen İstanbul’un iki yakası mı? yoksa iki yaprağı meçhul olan 4 yapraklı yoncanın diğer iki yaprağı mı?
küskün müyüz yoksa hep barış mı? dalgalı mıyız yoksa bir dalgalık canı olan o kumdan kale gibi kırılgan mıyız?
ait miyiz yoksa hür mü?
bir miyiz, iki mi, üç mü?
sen cevap ver, neyiz?
22 Şubat 2012, İstanbul