Geç Kalmadan

images

Yağmur, çok yağmur… Kafamda dönüp duran binlerce fikri bile duyamıyorum, o kadar şiddetli yağıyor ki sanki bana gitme diyor, dur orda, bak köşede bir kafe var, otur oraya, bir kahve iç, biraz dal uzaklara, kahvenin köpüğüne bakıp hayal et, köpük köpük düşlerin vardı senin, onları unuttun mu? Bu toplantıya gitmeme değil bu deli yağan yağmur, deli gibi aşık olduğum Poyraz bile engel olamaz. Bu işi alırsam, seneye terfi etmem garanti. Sonra zaten önüm çok açık. Açık olmalı en azından, çok koştum buraya kadar, hak ettim.

Adres burası olmalıydı, şu karşıdaki büyük plaza. Arabayı park ettiğim gibi karşı kaldırıma koştum. Koşmak alışkanlığımdı nasılsa. Hep koştum, hep vardım. Galiba bu sefer olmadı, varamadım sanki. Varsam ayılabilir miydim acaba?

Öyle bir atılmışım ki caddeye, taksi bana çaptığı an kalbim elveda demiş maratonuma. Halbuki daha engelli koşacaktım, ne hayallerim vardı, gerçi koşarken hayallerimi pek duyamıyordum, duysam da bastırıyordum.

Üniversitede hep çok çalıştım, birincilikle girmiştim, birincilikle çıkacaktım. Çıktım da… Mezunlar için en iyi beş şirketten birinde yeni mezunlara görece iyi bir maaşla çalışmaya başladım. Master falan bana göre değildi, istesem en iyi üniversitede yüzde yüz burslu okuyacaktım ama engel değil miydi hızlıca çıkacağım merdivenlere? Ben iş üstünde tecrübeye her zaman inanmışımdır, ben kimdim acaba? Üniversiteden mezun olur olmaz bunun doğru olabileceği kanısına nasıl varmıştım acaba?

Poyraz, aşktı. Ya da aşk olduğunu düşündürtmüştü bana. Üniversite ikinci sınıfta tanışmıştık, çok zekiydi, başarılı değildi, olmaya da inanmıyordu, istediği gibi yaşıyordu, çalışmasına gerektiğine gerçekten inanırsa çalışırdı, inanmadığı şeye elini sürmezdi. Beni ilk gördüğünde “Ben sana inandım.” dedi. Çok etkilenmiştim, çünkü ben ulaşılmazı, cazibeliyi severdim. Poyraz da okulun en popüler yakışıklısıydı. Serseri, umursamaz halleri kızları cezbediyordu. Benim neyimi sevdi önceleri pek anlamadım ama “Sende saklı koyu bir cennet var” dediği gün beni karanlıklar prensesi yaptığını anlamıştım çünkü ben sorgulamadan koşardım, hedefim neyse koşardım, yapamadım mı dünyam başıma çökerdi, işte o zamanlarda gerçekten karanlıklar prensesine bürünürdüm. Bende neyi sevdiğini bulmuştum. Ama o benim gibi değildi, yavaştı. Yavaş yaşamalı insan derdi. Dururdu, düşünürdü. Ben ona kızardım, geride kalmayı sevmezdim. Benim sevgilim de güçlü olmalıydı. O benim gibi yapmadı, çalışmaya karşı koydu, doğama aykırı sabahın köründe kalkmak der gülerdi. Okumaya devam etti, mühendislik okumuştu halbuki ama dayanamadı mekanikliklere, sosyoloji okuyacağım ben dedi, sınava girdi, kazandı, tekrar başladı okumaya. Yine rahattı, bense gece gündüz çalışıyordum. Sevişmelerimizi geçtim, görüşmelerimiz bile haftada biri bulmuyordu. Özlediğimi bile hissetmedim o sıralarda onu, çünkü hislerimi duymuyordum, duygularım yok muydu ne? Poyraz, hiç ses çıkarmazdı, huyu öyleydi. Sessizce izlerdi, ben giderdim ona haftada bir de olsa. Yüzüme bakıp bakıp dur derdi, yavaşla. Her defasında sen beni böyle sevdin ama yine seversin diyordum kendi içimden. Sevdi de. Garip bir şekilde ikiden tek olabiliyorduk. Poyraz’a göre bizi bir tutan şey, onun bende gördüğü saklı koyu cennettin aydınlık yanıydı. Bir gün o cennetin kapısını açmak için anahtarı çevirme gücünü kendinde bulacaksın derdi, sonra eklerdi, durmayı hatırlarsan bir gün bunu yapabileceksin, yoksa çok geç olacak Yağmur.

Hatırlayamadım. Hatırlamadım. Hatırlamak istemedim. Bilmiyorum neden ama yapamadım. Aslında şimdi bakınca görüyorum nedenini, kör oluyoruz, sağır oluyoruz. Yüreği duymuyoruz. İnsan garip varlık, girince bir girdaba çıkamıyor bir daha. İnandırılıyoruz, doğrusu ve yanlışları ile gerçekliklere inandırılıyoruz. Halbuki gerçeğim, doğrum, yanlışım bana ait olmalı; yoksa ne anlamı olur ki yaşamanın? Başkasının hayatını yaşamaktan öteye geçebilir miyiz? Kimin doğrusu kime doğru, kime yanlış? Gerçek nedir ki? Gördüğüm mü, duyduğum mu, inandırıldığım mı? Bunları sormaya bile zamanım yoktu benim, koşuyordum ya koşarken duymuyordum.

Ayılmak için bu dünyadan soyunmam gerekti. Bir yerdeyim, neredeyim tam bilemiyorum ama burası oldukça yavaş, durup düşünmek için zaman sonsuz. Keşke diyorum o kafeye gidip bir otursaydım, o kahveyi içerken içimdeki cennete attığım o köpük köpük hayallerimi köpürtseydim, durabilseydim de duyabilseydim.

Ben burada iyiyim, ama Poyraz, bensiz kötü oldu, toparlanamadı uzunca zaman. Kendimden çok ona ettiğime üzüldüm. Aşıktı o bana, bense ondan önce girdabıma sarılmıştım. Çıkmak için çok geç kaldım, geç kalmadan durun, hayat yavaş yaşamayı, doya doya içine çekilmeyi hak ediyor. Nefes alıp verdiğinizi duyun, sevdiğiniz adamı alın koynunuza ona sarılın, öğretilmişliklere değil…

 19 Ağustos 2016, İstanbul