İnsana huzur veren nedir?
Öngörebildiğimiz bir gelecek mi?
Yoksa tam tersi bilinmezlik mi?
Bildiğinizi düşündüğümüz her bir olasılık sizi bugünden uzaklaştırır. Bilinmez ise sizi bu ana odaklatır. Sadece bu biricik ana. Bu anın keyfini çıkarmaya bakarsın. Bu anda geleceğin bilinmezliği ile bu ana heyecan duyarsın ve takip edecek anlara…
Peki öyleyse neden bildiğimizi düşünüyoruz? Yarını, 1 ay sonrayı, 1 yıl sonrayı, 10 yıl sonrayı…
Neden öngörülerle yaşamayı seçiyoruz ve bu anı neden gelecek tahminleri ile inşa ediyoruz?
Çünkü öngörülen hayatlar yaşıyor, öngörülen işler yapıyor, öngörülen ilişkiler kuruyoruz.
Hayal etmekten korkuyoruz. Bu yüzden kopya hayatlar yaşıyoruz. Yan sırada oturan sınıf arkadaşının hayali, yan komşunun rüyası, kardeşinin dünyası senin gerçeğin oluyor. Çünkü hayal etme cesaretine sahip değiliz. Hayal etmek yerine gördüğümüzü yapmayı seçiyoruz. Halbuki gönlümüzü görmeyi seçmeliyiz. İçimizi dinlemeyi… Yola doğru çağıran o sese kulak vermeliyiz. Yol görününce adım atmakla kalmayıp seke seke gitmeliyiz, koşmalıyız adeta. Her hayalin bir ana karşılık geldiğini unutmadan anlarımızı kutlamalıyız. Ve her hayalin bir gün gerçekleşeceğini unutmadan hayallerimize sahip çıkmalıyız. Hayallerimizin bizim olması, anlarımızın, hayatlarımızın bizim olması demek. Bizim olacak bir anda bizim olacak bir gelecek yaratmalıyız. Geleceğin bizim olacağına inanıp kiminle, kimsiz, nerede, yersiz, nasıl olacağına odaklanmadan anda yaratma gücünü ruhumuzda hissetmeliyiz. Sakinlemeliyiz. Anın titreşimi ile ruhumuzu titretmeliyiz. O titreşimle geleceğe doğru hayal taşları serpmeliyiz. Sonra her adımda şükretmeliyiz, her hayal taşında…
Önemli olan her şey olup biterken olup bitene nasıl kavuştun, hasbelkader kader de yaptı isen yaptığın şeyin farkına vardın mı, sen ondan bahset. Vardınsa o zaman şanslısın. Ruhunla geldiğin bu noktada artık bilincin de katık yapacak yoluna. Bundan sonrası saf neşe, saf oluş.
Olmaktan vazgeçmemeye hayal et…
Olmaya hayal et…
Sevgiyle